Görüşemeyenlerin bir araya geldiği, küslerin barıştığı, sokakların renklendiği bir Ramazan ayını daha yaşıyoruz. İnsanların bir araya geldiği her zamanda olduğu gibi, Ramazan'ın da geleneklerle güzelleştiğini biliyoruz. Bu yazımızda, geçmişten bugüne Ramazan'ın nasıl kutlandığını, hâlâ süren ya da unutulmuş bazı gelenekleri inceliyoruz.

Herkese Açık Sofralar

Ramazan dendiğinde hep, ilk iftardan bayram ziyaretlerine kadar birlikte tadı çıkarılan yemekler akla gelir. Ramazan pidesinden hurmaya ve güllaca birçok yiyecek Ramazan ayıyla birlikte anılır. Oruçlar sahur sofrasıyla başlayıp iftar sofralarıyla biter. Ama eski Ramazanlarda bu sofraların ve yiyeceklerin apayrı anlamı vardı. Osmanlı zamanında "diş kirası" denilen geleneğe göre mahallenin varlıklıları iftar zamanında sofraları kurar, sonra da kapılarını misafirlere açarlardı ki, mahallede ihtiyacı olanlar bu sofraya ortak olabilsin. Bu sofralarda ayrıca, misafirlere keseler içinde çeşitli değerli hediyeler de verilirdi.

Sahura Kadar Kahve ve Sohbet

İftara kadar çalışan halk eski Ramazanlarda, iftardan sahura kadar kahvehanelerde bir araya gelir, hem birlikte kahvelerini yudumlar hem de tüm Ramazan ayını uzun bir bayram havasında geçirirdi. Bu kahve mekanları sahurda kapandığından, birlikte sahur da yapılmış ve dostlarla oruca başlanmış olurdu. Sultanahmet gibi büyük meydanlarda toplu sahur sofraları kurulurdu.

Usta İşi Mahyalar

Bugün camilerde gördüğümüz ışıklı yazıların, yani mahyaların, Ramazan ayının işareti olduğunu biliyoruz. Ama bu ışıklara bir de şu gözle bakalım: İlk mahyalar yakılmaya başladığında elektrik ampulleri yoktu. Yani metrelerce yükseklikte iki minare arasına asılan bu mahyalarda kandiller ve mumlar kullanılırdı. Bugün elektrikli bir ışık zinciri olarak gördüğümüz mahya, ilk uygulandığı 16.-17. yüzyıllarda büyük hayranlık uyandıran bir ustalık mucizesiydi. Abdüllatif Efendi gibi tarihe geçmiş ünlü mahyacılar, 1870'li yıllarda bu kandilleri hareket ettirecek yöntemler de

geliştirdiler, sadece yazılar değil, kayıklar ve arabalar gibi hareket eden figürler de yapmayı başardılar.

Çocuklar ve Ramazan

Çocukların Ramazan'la bağ kurduğu birçok geleneğimiz bugün ya nadiren devam ediyor ya da unutulmuş durumda. Tıpkı diş kirasında zenginlerin komşuları sofralarında ağırlayıp hediye vermeleri gibi, çocuklara da eski Ramazanlarda hediyeler verilirdi. İlk oruçlarını tutan çocuklara genelde çorap veya mendil hediye edilirdi. Ramazan için büyük meydanlarda kurulan iftar ve sahur sofraları, buralarda bütün akşam devam eden kahve sohbetleri, çocukları eğlendiren Karagöz ve Hacivat gibi gösterilere de sahne olurdu. Bir ay boyunca şehir meydanları, genciyle yaşlısıyla bir panayır yerine dönüşürdü.

Davulcular ve Maniler

Yukarıda saydıklarımızla birlikte hediyeleşme, varlığı paylaşma ve komşularla iftardan sahura kadar bir araya gelme ortamı olan Ramazan için sahur davulları ve manilerin de anlamı başkaydı. Bütün akşamı kâh çocuklara hediye vererek, kâh kahve içip sohbet ederek geçiren halk, bu renkli sokaklarda davul çalıp mani okuyarak gezen davulcuları duyunca sahuru noktalar ve tekrar evlerine çekilirdi.

Zimem Defterleri ve Sadaka Taşları

Ramazan ayının tüm gelenekleri göz önünde gerçekleşmezdi tabii. Varlığı paylaşmanın bir yolu sofralarda ikramlarda bulunmak olsa da, imkanı olanlar aynı zamanda esnafları dolaşıp buralardaki "zimem defterleri"ni, yani borç defterlerini öder, borçla geçimini sağlamaya çalışanları böylece rahatlatır, aynı zamanda şehrin çeşitli noktalarındaki sadaka taşlarına küçük yardımlar bırakarak ihtiyaç sahiplerine katkıda bulunurlardı.

 

Tüm bu geleneklerle birlikte Ramazan ayı sosyalleşip birlikte keyif almanın, elde olanı paylaşıp başkalarının dertlerini azaltmanın bütün şehre yayıldığı bir aylık bir bayram gibiydi. Bugün bu geleneklerin birçoğu artık pek uygulanmıyor olsa da özünde birçok insan bu ayı yardımlaşarak ve özledikleriyle kavuşarak geçiriyor. Bu güzel ruhla birlikte nice Ramazanlar geçirmek dileğiyle.

İlginizi Çekebilir